Refine
Year of publication
Document Type
- Article (30905) (remove)
Language
- English (15532)
- German (13366)
- Portuguese (696)
- French (387)
- Croatian (251)
- Spanish (250)
- Italian (133)
- Turkish (113)
- Multiple languages (36)
- Latin (35)
Has Fulltext
- yes (30905)
Keywords
- Deutsch (503)
- taxonomy (434)
- Literatur (299)
- Hofmannsthal, Hugo von (185)
- new species (185)
- Rezeption (178)
- Übersetzung (163)
- Filmmusik (155)
- Johann Wolfgang von Goethe (131)
- Vormärz (117)
Institute
- Medizin (5316)
- Physik (1810)
- Biowissenschaften (1133)
- Biochemie und Chemie (1110)
- Extern (1108)
- Gesellschaftswissenschaften (803)
- Frankfurt Institute for Advanced Studies (FIAS) (715)
- Geowissenschaften (589)
- Präsidium (453)
- Philosophie (448)
Objective: We sought to evaluate the efficacy and tolerability of intranasal midazolam (in‐MDZ) as first‐line inhospital therapy in patients with status epilepticus (SE) during continuous EEG recording.
Methods: Data on medical history, etiology and semiology of SE, anticonvulsive medication usage, efficacy and safety of in‐MDZ were retrospectively reviewed between 2015 and 2018. Time to end of SE regarding the administration of in‐MDZ and ß‐band effects were analyzed on EEG and with frequency analysis.
Results: In total, 42 patients (mean age: 52.7 ± 22.7 years; 23 females) were treated with a median dose of 5 mg of in‐MDZ (range: 2.5–15 mg, mean: 6.4 mg, SD: 2.6) for SE. The majority of the patients suffered from nonconvulsive SE (n = 24; 55.8%). In total, 24 (57.1%) patients were responders, as SE stopped following the administration of in‐MDZ without any other drugs being given. On average, SE ceased on EEG at 05:05 (minutes:seconds) after the application of in‐MDZ (median: 04:56; range: 00:29–14:53; SD:03:13). Frequency analysis showed an increased ß‐band on EEG after the application of in‐MDZ at 04:07 on average (median: 03:50; range: 02:20–05:40; SD: 01:09). Adverse events were recorded in six patients (14.3%), with nasal irritations present in five (11.9%) and prolonged sedation occurring in one (2.6%) patient.
Conclusions: This pharmaco‐EEG–based study showed that in‐MDZ is effective and well‐tolerated for the acute treatment of SE. EEG and clinical effects of in‐MDZ administration occurred within 04:07 and 5:05 on average. Intranasal midazolam appears to be an easily applicable and rapidly effective alternative to buccal or intramuscular application as first‐line treatment if an intravenous route is not available.
Her yeni edebî metnin kendinden öncekilerden ya ilham aldığı ya da yeniden üretilerek ortaya çıktığı gerçeği bugün edebiyat çevreleri tarafından kabul edilen bir görüştür. Sinema sanatı edebiyat ile her zaman yakın ilişki içerisinde olmuştur. Senaryolar ise edebî metinlerden beslenerek onlardan ilham almıştır ya da özgün senaryo ile edebî metin benzeşmiştir. Edebiyattan beslenen sinema böylece kendi türünü de oluşturmaya başlamıştır. Özellikle melodram türü sinema filmleri 1960 - 1975 yılları arasında Yeşilçam sinemasına hâkim olmuştur. Hamdi Değirmencioğlu'nun 1973 yılında 10. Antalya Altın Portakal Film Festivalinde kendisine ödül kazandıran "Hayat mı Bu?" adlı melodram türündeki senaryosu Grimm Kardeşlerin Halk efsanesi olan "Die zwei gleichen Söhne" ile benzerlikler taşımaktadır. Grimm Kardeşlerin 1816–1818 yılları arasında yayınlanmış olan "Deutsche Sagen" (Alman Efsaneleri) eserinde toplam 585 halk efsanesi yer almaktadır. Halk efsanesine konu olan Genç Kral Pepin / III. Pepin (714-768) tarihsel gerçek bir kişidir ve hikâyesi Alman efsaneleri arasında 441. sırada yer almaktadır. Onun hayatından yola çıkarak anne kompleksinin negatif özellikli arketipi olan üvey anne figürüne farklı bir yorum katan bu Alman halk efsanesi, Değirmencioğlu'nun senaryosunu yazdığı 1972 yapımlı Yeşilçam Sinema filmindeki üvey anne figürü ile benzeşmektedir. Bu çalışmada, Grimm Kardeşlerin "Die zwei gleichen Söhne" adlı efsanesi ile Hamdi Değirmencioğlu'nun "Hayat mı Bu?" adlı film senaryosu metinlerarasılık kuramı ile incelenmeye çalışılmıştır.
Günter Grass'ın 'Yengeç Yürüyüşü" Romanında 'Konrad' Karakterini Dijital Kuşak Olarak Çözümleme
(2021)
"Yengeç Yürüyüşü" romanında, 1945 yılında Nasyonal Sosyalist dönemde torpillenen "Wilhelm Gustloff" gemisinin batırılış öyküsüyle birlikte Pokriefke ailesinin üç kuşak üyelerinin de aile öyküsüne yer verilmiştir."Y kuşağı" teknolojiye olan yatkınlığı ile bilinirken, günümüzde "Z kuşağı", iletişim araçları olarak internet ve akıllı telefonları daha etkin bir şekilde kullanmaktadır. Bu durumda her iki dijital kuşak da iletişim teknolojilerini iyi derecede kullanan teknoloji gurusu olarak kabul edilmektedir. Dijital temelli teknolojik gelişmelerin yaşamı değiştirmeye başladığı iki binli yıllar bu bağlamda dönüm noktası olarak ele alınabilir. Romanın olay örgüsünde 1995'lere gelindiğinde genç Konrad'ın dijital iletişim aracı olarak bilgisayar kullanması sonucunda internetten beslenen antisemitizmle yollarının kesişmesinin de öyküsü anlatılır. Romanda, ben-anlatıcı Paul'un başarısız gazetecilik kariyeri, ironik bir şekilde, yetenekli bir bilgisayar kullanıcısı olan oğlu Konrad'ın Neo-Nazilerin www.blutzeuge.de sayfasını düzenli olarak ziyaret etmesi gerçeği ile bir paradox oluşturur. Baba Paul'un başarısızlığının aksine Konrad, büyükanne Tulla'nın yardımıyla bir bilgisayar edinerek ihtiyacı olan bilgiyi elde etmekte başarılı olacaktır. Ancak, istediği bilgiye kavuşan Konrad, internet aracılığıyla bir yandan başarılı araştırmalara imza atarken öte yandan da internet üzerinden tanıştığı bir genci öldürme eylemine karışır. Bu olayla Nasyonal Sosyalist döneminin ideolojik propaganda çalışmalarının Neonazizm aracılığıyla yürütülmeye devam edildiğine bir göndermede bulunulduğu söylenebilir. Bu çalışmada üçüncü kuşak aile üyesi olan Konrad'ın dijital ortamı kullanarak kendisinden önceki kuşakların hatalarını yinelediği kesitler, metin odaklı bir yaklaşımla irdelenerek örnek ve alıntılarla çözümlenmeye çalışılacaktır.
Die Anzahl der Werke zum Thema Antikriegsliteratur, vor allem im Zusammenhang mit dem Ersten Weltkrieg, ist im literarischen Bereich reichlich vorhanden. Die deutsche Literatur bietet durch ihre umfangreiche Anzahl Möglichkeiten diese Werke zu untersuchen. Die Darstellung des Krieges in dem Roman "Im Westen nichts Neues" ist deshalb bemerkenswert, weil es viele Beispiele zum Thema Kriegstrauma enthält. Wie wird Kriegstrauma im Roman "Im Westen nichts Neues" in der Gegenwartsliteratur geschildert bzw. thematisiert? Um diese Frage zu beantworten, soll das Motiv, "Kriegstrauma" und dessen Darstellungen, die im Roman vorkommen, gelöst werden. Der Ausdruck auf der ersten Seite der Einführung des Romans "Die Schrecken des Ersten Weltkrieges sind die Schrecken aller Kriege", deutet auf das Hauptthema im Roman. Dieser Roman wird auch heute 100 Jahre nach dem Ersten Weltkrieg als ein Zeitzeugen-Dokument angesehen. Der Roman schildert die Erfahrungen eines einfachen Frontsoldaten im Ersten Weltkrieg, den Erich Maria Remarque im Jahre 1927 als er an der Westfront Dienst war geschrieben hat. Im Roman "Im Westen nichts Neues" wird die Geschichte des deutschen Soldaten Paul Bäumer und seiner Kameraden im Ersten Weltkrieg erzählt. Traumata / Kriegstraumata / Kriegserlebnisse der Soldaten an der Front sind ein zentrales Thema des Romans.
We simultaneously considered morphology and molecular phylogeny to modify the generic classification of the ‘pyropterine clade’ (Lycidae, Erotinae, Dictyopterini). To place species previously included in Benibotarus Kôno, 1932 in reciprocally monophyletic genera, we propose Gomezzuritus gen. nov. with the type-species Dictyopterus alternatus Fairmaire, 1856. Further, we transfer Gomezzuritus alternatus (Fairmaire, 1856) comb. nov., G. longicornis (Reiche, 1878) comb. nov., and G. rubripes (Pic, 1897) comb. nov. from Benibotarus to Gomezzuritus gen. nov. The pyropterine clade contains five genera in the Palaearctic region: Pyropterus Mulsant, 1838, Gomezzuritus gen. nov., Helcophorus Fairmaire, 1891, Greenarus Kazantsev, 1995, and Benibotarus Kôno, 1932. The arrangement of longitudinal elytral costae proved misleading for consideration of relationships. Two genera in distant positions share only four primary costae (Pyropterus and Helcophorus), and three similarly distant genera share the shortened primary costa 3, resulting in three primary and four secondary longitudinal costae (Gomezzuritus, Greenarus, and Benibotarus). The larva of Gomezzuritus alternatus is described in detail, and it is compared with the larvae of other Dictyopterini, including the presumed larva of G. longicornis.
The recently developed stereospecific sodium salt glycosylation procedure has been successfully applied to the synthesis of the β-ᴅ-2′-deoxyribofuranosides of benzimidazole, 5,6-dihalogeno benzimidazoles, and some 2-substituted analogues in high yield. The 5,6-dibromo analogue was obtained by bromination of the parent nucleoside. These have all been characterized by spectroscopic methods, including 1H NMR, which permitted analyses of their solution conformations and comparison with those of the corresponding ribofuranosides. Some biological aspects, including preliminary results on cytotoxicity and antiviral activity, are briefly considered.
This paper describes the effect of the "Boleslaw" mining and metallurgic complex in Bukowno near Olkusz on the vegetation of the fresh coniferous forest association Vaccinia myrtilli-Pineitum. The increase in concentration of zinc, lead and cadmium in selected plant species under the influence of industrial emission, and the dependence of this increase upon the magnitude of dust fall and site conditions, are analized. The extent of accumulation of heavy metals in plants was assumed to be an indicator of the degree of pressure exerted by the industrial complex. The degradation of fresh coniferous forest was. increasing along with an increase in this pressure. The species composition of the association, and the quantitative relations among species representing various site types underwent considerable changes. In patches extremely degraded, the plant species characteristic of poor sandy grass-lands gained predominance over forest plants.
Almanca dilbilgisinde tümcenin temel öğeleri genellikle eylem temel alınarak yapılır. Türkçe dilbilgisi için bu durum sözde kalmaktadır. Çünkü öğeler genellikle eylemin birleşim değeri göz önünde bulundurulmadan, o anda tümcede rastlantısal olarak bulunan öğeler olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla, nitel araştırma yöntemiyle internetten ve basılı dokümanlardan elde edilen verilerin yorumlanmasıyla oluşan bu makalede, birleşim değeri çerçevesinde değerlendirme yapılmış olup eylemin gerektirdiği öğeler buna göre ele alınmalıdır. Diğer bir sorun da, Almanca dilbilgisi bağlamında üzerinde genel anlamda uzlaşılan, ancak Türkçede tartışmalı olan nesne terimi ve kavramıdır. Dolayısıyla bu çalışmada genel anlamda nesne kavramından yola çıkılarak sonilgeçli nesne kavramına gelinecektir. Amaç, Türkçe - Almanca nesne türlerini karşılaştırmak değil, Türk dili bağlamında “nesne”nin daha iyi anlaşılmasını sağlamak için Almancadan da örnekler vermektir. Nesne teriminin Türkçede Akkusativobjekt ile sınırlı tutulmasının yanlış olduğu ve çıkma durumu nesnesi, bulunma durumu nesnesi, sonilgeçli nesne gibi terimlerin dilbilgisel bir gerçek olduğu sonucuna varılmıştır. Bu bağlamda Türkçede eyleyen (Aktant) olarak sonilgeçli nesne (Postpositionalobjekt) gerektiren eylemler olduğu saptanmıştır.